top of page
Ara
Deniz Kilicgedik Sazak

Korona Günlükleri: Pandeminin Diğer Yüzü ve Yeni Normalin Evreleri

Güncelleme tarihi: 1 May 2020



Her duruma olduğu gibi, krizlere de iki farklı bakış açısıyla yaklaşabiliriz. İçinde bulunduğumuz süreçte günlük hayatımız, iş hayatımız ve sosyal ilişkilerimiz baştan aşağıya değişti. Aldığımız paket paket malzemelerin sandığımız kadar önemli olmadığını görmeye başlıyoruz. İlk zamanlar ellerimizi yıkamaktan ve dezenfekte etmekten dolayı ellerimizin kuruluğundan şikayet ediyorduk. Artık birçoğumuz yeni bir normal keşfediyor; daha sakin, bir yere yetişmeden, daha yaratıcı bir gündelik yaşama adım atıyoruz. Sosyal ilişkilerimizi, dersleri, işleri teknoloji ile birleştirip, her şeyi evden halletmeye alışmaya başladık. Şok ve korkular dindikçe, yeni bir gündelik hayata dönüyoruz.


Bir ay önce markete alışverişe gitmek bir mücadele gibiydi. Evden çıkarken yanıma maske, eldiven ve kolonya alıp, aynada hayali savaş boyamı sürüp çıkıyordum. Özellikle marketten döndüğümde gerginlik ve endişeden dolayı, ve aldığım her şeyi yıkayıp, dezenfekte etmekten zihinsel olarak yorgun geçiriyordum günün geri kalanını. Şimdiyse ayakkabıları kapının önünde bırakmak, aldıklarımı sabunlu suyla yıkamak, balkonda bekletmek, kapının yanından kolonya ve deterjanlı su bulundurmak olağan hale geldi. Bunları yapmak hala yorucu, ancak neyle karşılaşacağımı bildiğim için daha kabul edilebilir oldu.


Psikolog Elisabeth Kübler-Ross’un teorisine göre yasın beş evresi bulunuyor, bunlar:

- İnkâr

- Öfke

- Pazarlık

- Depresyon

- Kabullenme


Şuanda içinde bulunduğumuz durumda da, ani bir şekilde normal olarak algıladığımız şeyleri kaybetmiş olmamız, önümüzdeki belirsizlik ile güvenlik duygumuzun sarsılması da bir yas süreci. Elimizden alınan bir şeyler olduğu için bu evrelerden geçmemiz doğal birer tepki. Bazılarımızın işi elinden alındı, bazılarımız sevdikleri ve aileleri ile haftalardır görüşemiyor, kimimiz de önemsediği başka aktivitelerden mahrum kaldı.


Bu yas sürecinde ilk şok ile birlikte gelen inkâr duygusunu hepimiz yaşadık. Aslında durumun bu kadar ciddi olmadığını, bizlere bir şey olmayacağını ve basit bir gribin neden bu kadar büyütüldüğünü anlamıyorduk. Bir yandan alınan önlemler de bizi sinirlendiriyordu; dışarı çıkamamak, temiz hava alamamak, ücretsiz izine çıkarılmak veya işimizden olmanın verdiği öfke ve akıl karışıklığına karşı çıkamıyorduk. Bir süre sonra da, kendi kendimize bir şekilde belki de sadece bir kişiyle görüşmemizde sakınca olmadığını, haftada sadece üç gün dışarıda tek başına spor yapmanın kimseye zarar vermeyeceğini, ellerimizi sürekli yıkayıp bol bol kolonya sürersek kesinlikle virüsün yok olacağını düşünüp içimizden ufak pazarlıklar yapmaya başladık.


Hepimizin zaman zaman deneyimlediği üzüntü de bu sürecin bir parçası. Evde otururken içimiz sıkılabiliyor, arkadaşlarımızla görüşemiyor olmamız veya balkondan daha uzağa gidememek bizi depresif hissettirebiliyor. Hatta bu üzüntü ve öfkeyi bize en yakın olanlardan, birlikte yaşadığımız insanlardan çıkarabiliyoruz. Bir yandan da hayatımızdaki bu büyük değişimi kabullenmeye başlıyoruz, davranışlarımızı bulunduğumuz duruma göre değiştirip, bu şekilde de hayatın devam ettiğini görüyoruz.


Sosyal varlıklar olarak, bir şekilde zorunlu fiziksel mesafeye rağmen, yakın kalabilmenin yollarını buluyoruz.

Normlar değiştikçe davranışlarımız da değişiyor. Grup psikolojisiyle, çoğunluğun kabul ettiği durumlar, normal olmaya başlıyor böylece. Almanya’da Leopoldina Akademisinin yayınladığı rapora göre, hayat yavaş yavaş eskiye dönüp, okullar ve iş yerleri açılsa da önümüzdeki birkaç ay boyunca maske ve eldiven kullanmaya ve iki metrelik sosyal mesafeye dikkat edilmesi gerekecek.

Değişime alışmaya ve davranışlarımızı onlara göre şekillendirmeye yaşamımızı devam ettirmemiz için programlıyız. Örneğin, maske ve eldivenler artık modanın bir parçası olmaya başladı; farklı renklerde, baskılı maskeler görüyoruz sokaklarda. Konserler ve spor dersleri sosyal medya kanallarına taşındı, normalde evde yapılan kahve sohbetleri artık zoom üzerinden yapılıyor. Sosyal varlıklar olarak, bir şekilde zorunlu fiziksel mesafeye rağmen yakın kalabilmenin yollarını buluyoruz. Yıllarca iç içe yaşayıp olabildiğince uzak olduğumuz insanlarla belki daha yakınız, daha çok yardımlaşıyoruz ve her gün telefonda birbirimize zaman ayırıyoruz.


Değiştiremeyeceğimiz durumları kabullenmek ve değiştirebileceklerimize odaklanmak adaptasyonun temeli. Dayanıklılık hakkındaki yazımda, olayları kabullenip, proaktif bir şekilde harekete geçmekten bahsetmiştim. Bu doğrultuda, enerjimizi aktardığımız yer çok önemli; negatife odaklanıp zor şartları öfke, üzüntü, kaygı gibi duygularla daha da zorlaştırmak yerine, değiştiremeyeceğimiz olayları kabul etmeyi deneyebiliriz. Farkındalık meditasyonu, yoga, ufak bir süs bahçesi oluşturup, toprakla ilgilenmek, evcil hayvanlarımızla oynamak, yazı yazmak, enstrüman çalmak veya puzzle yapmak gibi kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan birçok değişik aktivite anı yaşamayı ve içimize dönmeye yardımcı olabilir. Önemli olan enerjimizi doğru yerlere yönlendirmek ve değiştirebileceğimiz, duygu ve düşüncelerimize odaklanmak.


İnkâr ve öfke gibi duygular bize güç verdiği için altta yatan asıl nedeni bastırmamıza neden olur; bizi savunmasız hissettiren çaresizlik, korku ve üzüntü gibi duyguların üstünü örter.


Yas evrelerindeki negatif duygulara karşı, David Kessler'in önerdiği bazı teknikler:

  • Duyguların adını koymak: Kendimizi tanımak ve ne hissettiğimizi bilmek önemli. Kötü hissetmemize neden olan duyguya ortaya çıktığı anda odaklanıp, ne hissettiğimizin farkında olup bu duygunun, öfke/korku/üzüntü gibi, adını koyabiliriz.

  • Kabullenmek: Sonraki adımda anda kalmamıza yardımcı olan, üstteki paragraflarda değindiğim gibi bir aktivite ile o duyguyu kabullenmeyi deneyebiliriz. ‘Şuan ne hissediyorum, bu duygu nereden geliyor, ne zaman hissetmeye başladım, hissettiklerimin bana bir faydası var mi?’ gibi sorular sorabiliriz kendimize. Hissettiğimizin normal olduğunu ve geçeceğini bilmek durumu kolaylaştırır.

  • Gücün farkında olmak: İnkâr veya öfke gibi duygular yas sürecinin doğal birer evresi olduğu gibi kendi kendimize, korku hissetmemek için geliştirdiğimiz savunma mekanizmaları da olabilir. İnkâr ve öfke gibi duygular bize güç verdiği için altta yatan asıl nedeni bastırmamızı ve göremememize neden olur; bizi savunmasız hissettiren çaresizlik, korku ve üzüntü gibi duyguların üstünü örter. Önemli olan yaşadığımız durumun gerçek olduğunu ve etkilerinin de gerçek olduğunu fark etmek. İnkâr etmek ve sinirlenmek gerçek duygularımızı bastırmamıza ve içimize atmamıza neden olur. Bunun sonucunda ise, duygusal yemek yeme atakları, nedensiz yere öfke nöbetleri, agresifleşip üzüntü ve öfkemizi bize en yakın insanlardan çıkarmak gibi davranışlar izler.


İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinde proaktif kalabilmek ve madalyonun diğer yüzünü görebilmek önemli. Dış sebeplerin ve olayların bizi etkilemesine izin vermek yerine, kendimizi tanımaya odaklanmak daha bilinçli hareket etmemize yardımcı olur.


Referanslar:


Comments


bottom of page